Mevlüt Sami Ertem – 1996 / Niğde

Kudüs.. Kudüs deyince, Mescid-i Aksa’nın avlusunda elime telefonu alıp düşündüklerimi yazmak, hissettiklerimi satırlara dökmek istemiştim. Ve şu sözlerle orayı ifade etmeye çalıştım:

Düşünsenize kaç peygamberin ayak izi var burada, kaç insan oradan geçmiştir; kaç olaya, kaç devlete, kaç istilaya şahitlik etmiştir binlerce yıldır? Yeryüzünde yapılmış ikinci mescide sahip şehir. Kabe’nin yapılışından sadece 40 yıl sonra. O günden sonra da belki yüzlerce peygamber geldi geçti buradan. Efendimizin (sas) ayak izine şahitlik etti diğer peygamberlerin ayak izleri gibi. Ve Efendimiz (sas) “Mescid-i Aksa’ya ziyaret edin” diye emir buyurdu. “Edemiyorsanız bile kandillerine yağ gönderin” dedi. Peygamberlerin ayak izinden ilerleyeceğimizi ikrar etmemiz gerekiyor onların ayak izlerine basarak. O izlere ayak basamıyorsanız bile en azından o yolun izinde olduğunuzu gösterin o yola ışık olarak, o yolun yolcularına yardımcı olarak, o yoldan gidenlerin ayak izlerini takip ederek…

Kudüs hakkında hayallerimiz nedir? Hayatımızın birçok yönü sınırlandırıldığı gibi hayal gücümüze dahi prangalar vurmuşuz. Şöyle bakıyorum hayallerimize; “bunun olması imkansız” diye hayallerimizi hemen işin başından itibaren sınırlamaya başlıyoruz. Her hedef bir hayal ile belirlenir. Efendimiz (sas) Hendek gibi zorlu bir günde Kisra’yı Bizans’ı müjdeledi. Sahabe bunu hayallerine yerleştirdi. Nihayetinde hedef bildiler ve o hedefler yolunda yürüdüler, mücadele ettiler. Durum ne olursa olsun hayallerimizin prangasını çözmeliyiz. “Halep Uzay Üssü, Ebabil Uzay İstasyonu, (Efendimizin (sas) müjdelediği) Roma’nın fethi” hayallerimizin en ucra köşesinde bile bulunamıyor. Hatta aklımıza bile gelmediği gibi komik karşılıyoruz. Sahabe o zorlu Hendek gününde Kisra’nın, Bizans’ın anahtarlarını ellerinde bulundurma durumunu komik karşılamadı! Peki Kudüs’ün bahçelerinde güller açmasını istiyoruz muyuz? Hayallerimizde bu olsun. Bir gün bu hayaller hedeflere; hedefler de varacağımız menzil olur. Kudüs’te Yahudilerin dilinden düşürmediği bir söz var: “Ey Kudüs! Eğer unutursam seni; iki elim hünerini yitirsin.” Kudüs bizim ana vatanımız. Peygamberlerin çoğuna yurt olmuş bir yer. Biz Kudüs’ü daha çok sevmeli, daha çok anmalı değil miyiz? İslam’ın o güzelliğini oraya taşımakla mükellefiz. O zaman hep beraber her gün dilimizden düşürmeyeceğimiz sloganımız ve hayalimiz şu olsun mu? “Ey Kudüs! Eğer unutursam seni, Allah da unutsun beni ve Ey Kudüs! bahçelerini yeşertmekte birer bahçıvan olacağım. Gül yetiştireceğim. ‘Selam’ diye haykıracağım!”

Şimdi gelelim Kadir gecesinde ve orada kaldığımız sürede orada yaşadıklarımıza… “Ramazan’da oranın bambaşka olduğunu” defalarca duymuştum. Rabbim’den Ramazan’da oraya davet etmesi için de dualar etmiştim ve Kudüs’e davet kapıları açılmıştı.

Mescid sürekli açık olduğu için gece-gündüz insan seli hakimdi. Bu kadar insan seline rağmen Mescid-i Aksa (en uzak mescid) neden Mescid-i Ekrab (en yakın mescid) olmamıştı ki? Mescide olan bu kadar teveccüh acaba bizi ona yakın kılabilir miydi? Mescid bize uzak olsa bile Müslümanların birbirine yakınlığı o kadar fazlaydı ki; davetsiz bir günümüz, yeni insanlarla tanışmadığımız bir saatimiz geçmemişti. Bu yakınlığı, bu güveni acaba beldelerimize de taşısaydık; Mescid-i Aksa’daki müslümanların bu yakınlığı gibi, Mescid’i beldelerimize de yakın kılabilir miydi? Cevapsız kalan sorulardan bir soru daha bir kenara konulmuştu. Bu sorularla ve bu güzelliklerle hayatımızdaki en güzel Ramazan geride kalmıştı. Hal böyleyken bu kadar güzellik yaşamamıza rağmen; “özgür bir Mescid’te neler yaşanmaz? Bunun hayalini bile kestirememiştim.